Onun adı growth hacking değil, “tırmalama”.

Her girişimin ilk yıllarında doğal olarak yaşanan şeye “growth hacking” diye bir isim uyduruldu ve hepimiz kullanıyoruz.

Yeni bir ürünü satmak, bir okul gezisi düzenlemek gibi. Herkesi güzel bir gezi olacağına ikna etmek durumundasınız. Kimseye “ilk bilet alan kişi sen olacaksın” diyemezsiniz. “Herkes geliyor, bir sen kaldın” algısı yaratmanız gerekiyor. Önce bir hayali satmanız, sonra da yükselttiğiniz beklentiyi havada bırakmamanız, vaadinizi yerine getirmeniz gerekiyor.

Ben buna “tırmalama” diyorum. Başarılı olmak için, önünüzdeki engelleri kaldırmaya çalışma süreci. Ki bazen bu engel bizzat “henüz başarmamış olmak”tan ibaret.

Aslında düşünürseniz göreceksiniz ki, bir işi başarmak için yapılan her tırmalama çabası, başkalarının tırmalayarak ulaştığı başarılardan faydalanmak üzerine.

Bir bankanın yöneticilerini, ürünümüzü almaya ikna etmeye çalışıyoruz. O banka 20 sene önceki 5 şubeli halinden, tırmalayarak, Türkiye çapında 300 şubelik şimdiki konumuna ulaşmış. Çabamız aslında bu başarıdan pay almaya yönelik.

Uygulamamızı, milyonlarca kullanıcıya ulaşmış bir app store’a koyarak, o app store ziyaretçilerine ulaşmaya çalışıyoruz. Milyonlarca kullanıcıya ulaşmak yıllarca tırmalamanın sonucu, ve bu başarıdan size de “akmasa da damlıyor.”

Yatırım almak için tırmalıyor, yatırımcılara sunum yapıyoruz. Birilerinin yıllarca tırmalayarak katladığı paralarla oluşturulan fonu, başarımız için önemli bir kaldıraç yapma çabası.

Yıllarca tırmalayıp kaliteli yayın yaparak geniş bir okur kitlesine ulaşmış bir yayında haber olmaya çalışıyoruz. Bizi yazacak ki, birileri fark edip ürünümüzü deneyecek.

Tırmalayıp başarılı olmuş insanlara, şirketlere, müşterilere ulaşmaya, onları başarımızın bir parçası yapmaya ikna etmeye çalışıyoruz.

Tüm örneklerde ortak olan şey, yıllar süren tırmalama süreci. Bunu atlamamak gerekiyor. Bir gecede tuttuğu sanılan projelerin arkasında da yılların know-how’ı ve deneme-yanılmaları bulunuyor. Tırmalama eylemine çok saygı duyuyorum. Başarının zor ve değerli olmasını sağlayan yegane unsur bu.

Çırak-kalfa-usta sisteminde ilk ikiyi atlayarak ustalığın keyfini çıkarmak isteyen birine hayat, gerçeklerin öyle olmadığını zor yoldan öğretiyor. Tırmalamaktan gocunmamak gerektiğini, takdir ettiğimiz başarılı herkesin bu yollardan geçtiğini bilmek önemli.

Belki de vaktimizi daha çok mazeret üretmeye harcıyoruz.

WordPress’e rakip olmak ister misiniz? 2013 araştırmasına göre 73 milyon kullanıcısı var. Kendi domaininizi kullanmıyorsanız ücretsiz. Onun karşısına yine ücretli ve ücretsiz iki seçenekle çıkıp, yaptığı işin daha iyisini yapmaya kalkar mısınız? Kendi ekosistemini oluşturmuş, üzerine iş modeli kurmuş onbinlerce şirketin, yüzbinlerce eklentinin olduğu bir sistem. Blog sistemi olarak başlamış, neredeyse “site kurmak = WordPress kurmak” noktasına getirmiş, site tasarımcılığını WordPress tasarımcılığı olarak değiştirmeyi başarmış bir şirket.

Rekabet eder miydiniz, yoksa rekabetin çok daha az olduğu, daha küçük bir pazarı mı tercih ederdiniz?

Pazar bu kadar büyük olunca, aslan payını birkaç oyuncu alsa da, her zaman yenilerine yer oluyor. Wix, 2006’da aynı işi yapmak üzere kurulup, bugün 37 milyon kullanıcıya ulaşmış, NASDAQ’da işlem gören, milyar dolarlık bir şirket.

Tel Aviv’de Wix’in merkezini gezerken çektiğim birkaç resmi paylaşayım.

Analytics’e göre, resim çekildiği anda wix.com’da 25.505, yönetim panelinde 6453 kişi var. Sağdaki monitörlerde ise düzeltilmeyi bekleyen bug listesi.

2014-05-21 11.59.31

Bu da, günlere göre kaydolan üye sayıları. Sarı olanlar ücretsiz üyeler. Görebildiğim kadarıyla günlük 15.000 ile 53.000 üye arasında değişiyor. Mavi olanlar ise ücretli üyeliğe upgrade sayıları. O da 1.500 ile 5.100 arasında değişiyor. Premium ücretleri aylık ödediğinizde 7 ile 30 dolar arasında değişiyor. Diyelim ki bir üyeden ortalama 10 dolar kazanıyorlar. Müşteri kayıp oranlarını bilmiyorum ama, aylık gelirlerine her gün 15.000 USD ile 51.000 USD ekliyorlar demektir. Her gün.

2014-05-21 11.59.28

Sürekli büyüyen ekiplerine yeni katılan arkadaşlarını panolarda böyle tanıtıyorlar:

2014-05-21 11.57.44

Geniş ve açık bir terasları var. Deniz manzaralı.

2014-05-21 11.50.22

2014-05-21 11.50.23

Google’vari bir dekorasyon yapmışlar:

2014-05-21 12.50.48

2014-05-21 11.59.27

Şirketin CEO’su, 700 kişiye ulaşan Wix’in yeni ülkelere açılma planlarını anlatıyor.

2014-05-21 12.06.41

Kısa ve öz… WordPress gibi bir rakibin karşısında bu başarılabiliyorsa, belki de biz vaktimizi daha çok mazeret bulmaya harcıyoruz:

Ozan Asutay’ın çevirisi:

” Belki benim hatamdı.

Belki hayatımın spor salonunda değil serbest atış çizgisinde başladığını düşündürdüm.

Belki attığım her şutun maç kazandırdığını düşündürdüm.

Belki başarısızlığın bana güç verdiğini göstermemek benim hatamdı, ve acının beni teşvik ettiğini.

Belki sizi basketbolun çaba gösterdiğim bir şey değil de tanrı vergisi bir yetenek olduğuna inandırdım, hem de hayatımın her gününde.
Belki de bu sporu böyle mahvettim.

Ya da belki, siz sadece mazeret üretiyorsunuz.”



Pop müzik grubundaki tipsiz şarkıcı olmak.

New-Kids-on-the-Block

New Kids On The Block grubu ortaya çıktığında ortaokuldaydım. Sınıfımızdaki kızların hemen hemen hepsi, dünyanın her yerindeki yaşıtlarının yaptığı gibi, grubun bir üyesini seçip ona hayranlık besliyordu. Gördüğüm kadarıyla beş kişilik grup, hayranları şöyle paylaşıyordu:

  • %60 Joey McIntyre (Soldan üçüncü)
  • %20 Jordan Knight (Soldan dördüncü)
  • %20 diğer üç üye

Gördüğünüz gibi, epey dengesiz bir paylaşım. Bebek yüzlü Joe ve ince sesli Jordan o dönemin “yakışıklı pop star” profilini tanımlıyordu. “Tipsiz” diğer üç üye Donnie, Danny ve Jonathan (kendisi Jordan’ın ağabeyi olur ve grup dağıldıktan yıllar sonra gay olduğunu açıklamıştır!) resmen grubun popülerliği sayesinde kendilerinde dünya çapında bir hayran kitlesi bulan sıradan üç şarkıcıydı.

Yani, çok büyük bir kitleye hitap eden bir pop müzik grubunun bir üyesi olmayı başarırsanız, tek başına hiç dikkat çekmeyecek biri olsanız da, onbinlerce hayranınız olabilir. Konserlerde adınızın yazılı olduğu pankartlar tutan kızlar görürsünüz. İki yakışıklı aslan payını götürse de, siz de kendiniz için hiç de fena olmayan bir başlangıç yapmış olursunuz.

İki büyük oyuncunun, pazarın %80’ine sahip olduğu bir alanda faaliyet gösteriyor olabilirsiniz. Kalan %20’deki payınızı büyütmek için farklılaşmaya çalışın. Büyük oyuncular pazarı genişletmek konusunda en büyük rolü üstlenir ve bu size de yarar. Küçücük olduğunuz halde hayran edinmeye başladığınızı fark edersiniz. Yeter ki milyonlarca kişinin ihtiyaç duyduğu bir şey ürettiğinizden emin olun ve sürekli gelişmeye açık olun.

Tipsiz üç üyeden Donnie Wahlberg kendini geliştirdi ve pek çok ünlü Hollywood yapımında oynadı. Geçen onca yıldan sonra yakışıklı Joey ve Jordan’ın artık esamesi okunmazken, gerçek bir kariyeri olan sadece o var şimdi. Grubu bir sıçrama tahtası olarak kullanıp, kendini büyütebildiği için bence en başarılı üye o.

Farkındalık, herkesin hayatını kolaylaştırır.

Dört sene önce, 30’lu yaşların getirdiği deneyim diye bir yazı yazmıştım. Şimdi yazsaydım, bir numarada “farkındalık” diye bir başlık olurdu ve kendini mümkün olduğunca erken tanımaya dair önerilerde bulunurdum.

Çünkü “işte benim deneyimim” demek, aslında o zamana kadar elde ettiğiniz farkındalığı anlatmak demek. Yalnızca farkına vardığınız şeyleri tanımlayabilirsiniz.

Hayatımıza iyi-kötü pek çok insan giriyor. Bu insanların iyi-kötü pek çok özelliği oluyor. Bizim kendi iyi-kötü özelliklerimiz, onlarla karşılaştıkça anlam kazanıyor. Yani diyelim ki kendimizi rahat biri olarak biliyoruz, ama başka biri bize, rahatsızlık verici derecede kıskanç olduğumuzu söylüyor. Bunu bir iki kişiden daha duyarsak, ve kıskançlık nedeniyle arka arkaya birden fazla ilişkide bedel ödemek durumunda kalırsak, değişmeye karar verebiliyoruz. Tabii ki ders almamak da bir seçenek, o bedeli tekrar tekrar ödemeye razıysak.

Benzer şekilde, çok cimri biriyle aynı ortamda bulunmak durumunda kalıyor, böyle olmadığımız için kendimizle gurur duyuyoruz. Hatta belki daha cömert olmamız için bizi teşvik ediyor bu cimri insan.

İşte her yeni etkileşim, artılarımızla eksilerimizi dengelemek, sivri uçlarımızı yontmak konusunda birer fırsat oluyor bence. Ormanda tek başımıza olsak, sıfır tavizle, kendi krallığımızda yaşayarak kendi karakterimizi yüzde yüz koruyabilirdik. Tabii “değişmemek” bir hayat amacı olabilir mi, emin değilim.

Amerika’da 50 yaşının üstündeki bir kadın, son 20 yıldır kimseyle birlikte olmadığını anlatmıştı. Yöneticilik yaptığı şirkette herkese nasıl zorluklar yaşattığını biliyorum. Eminim zor biri olduğunun farkında değildir. Çalışanları ona “tahammülsüzsün, sabırsızsın, adil değilsin” demek yerine, işten ayrılmayı tercih ediyorlar. Bu son 20 yılda onun hayatına girmiş bir veya daha fazla erkek olsa, kavga etseler, birileri hatalarını yüzüne haykırsa eminim böyle olmazdı. 50 yaşının üstünde, hala nasıl biri olduğunun farkında olmamak. Çok korkunç görünüyor.

Sadece olumsuz anlamda düşünmeyin. Pek çok genç, güçlü yanlarını tanıyıp onlara odaklanmadığı için çok daha başarılı olma fırsatını kaçırıyor bence. Kendinin farkında olmak, bu nedenle de önemli.

Buradan açık bir yatırım çağrısı yapayım:

Sosyal çevrenize davet göndereceğiniz, ve isteyenlerin anonim şekilde katılıp sizi size anlatacakları, soruları bir psikolog tarafından hazırlanacak bir mobil uygulama geliştirmeye varım diyorsanız, tohum yatırımcısı olmaya hazırım.

Bir ay boyunca her gün blog yazısı yazdım ve bakın neler oldu

Son bir aydır her gün blog yazısı yazıyorum. Hafta sonları dahil. Saat farkını bahane ederek geceyarısını geçirdiğim oldu, ama 19 Şubat’tan beri atlamadan her gün yazdım. (Kısa ay Şubat’a özellikle denk getirmeye çalışmadım 🙂 )

Rakamları kendime dair bir sonuca varmak için değil, bir deneyin sonuçlarını ilgilenenlerle paylaşmak üzere açıklıyorum. Denemek isteyen herkes benzer bir etki elde edebilir.

Bir işi istikrarlı yapmanın, genel olarak o işin etkisini artırdığını düşünüyorum. Ne yaparsanız yapın, uzun süre yaptığınızda bir kartopu etkisi yaratıyorsunuz.

Aklımda yazmaya değer bir konu olmadığında aylarca blog yazısı yazmadığım oluyordu. O yüzden, her gün yazmaya değer konu bulmak epey zorlayıcı bir hedefti.

Okuduğum bir kitap, günde 10 fikir üretirseniz, beyninize egzersiz yaptırmış olursunuz ve “kaslanan” beyin, daha kolay düşünce üretmeye başlar diyor. Doğruluğunu görmüş oldum. Zaman zaman “bugün yapamayacağım galiba” desem de, biraz kendimi soyutlayıp düşününce her seferinde yazacak bir şey buldum ve bu gittikçe kolaylaştı.

Bu bir ayın ziyaretçi istatistiklerine yansıması aşağıdaki gibi oldu. Aralık’ta zaten yazı yazmamış, Ocak’ta ise sadece dört tane yazmıştım. Şubat ve Mart’a yayılan yazılar nedeniyle düzenli bir artış gerçekleşti.

blog ziyaretçi istatistikleri

Tabii blog, sosyal medya desteği olmadan artık neredeyse hiçbir şey… Twitter’daki tablo da çarpıcı oldu. Tweet sayım önceki bir aya göre yalnızca %1.1 arttığı halde, görüntülenme sayısı neredeyse %30 arttı. Tweetlerim günlük ortalama 15.200 kez görüntülendi.

twitter istatistikleri

twitter stats

Başlarkenki sıralamama maalesef bakmadım, ama sanırım 50 civarındaydım, Mediacat Power 100 blogger listesinde 23.’lüğe yükseldim. Mediacat kendine güzel metrikler seçmiş. Katsayı belirlenirken, giriş tarihi üzerinden bir gün geçmiş son beş yazınızın Facebook ve Twitter paylaşım oranlarıyla birlikte blogunuzun Alexa ve Google Pagerank değerleri dikkate alınıyor. (SEO-SEM camiasının uzman isimlerinden Cem Özkaynak‘ın söylediğine göre) Google da artık Pagerank’ten çok, sıralamada social proof’a önem veriyor. Nitekim, 5 yıllık blogumun 0 olan PageRank’i bir ayda 2’ye çıktı!

mediacat power 100

Tüm yazıları değil, yalnızca işle ilgili olanları Linkedin’de paylaştım. Linkedin’in bir önceki ayla karşılaştırma istatistiği olmadığı için değişime dair bir veri yok, ama aşağıdaki rakamlar var:

linkedin stats

Klout skorum da yazmaya başladığım tarihteki hali olan 63’ten 67’ye çıktı, bu da çarpıcı bir artış.

klout score

Son olarak, bugün itibariyle okunma sayıları ile birlikte en çok okunan yazılar şöyle oldu
(Ana sayfaya gelinerek okunanlar bu istatistiklere dahil değil):

892: Growth hacking ile nasıl bir ayda 22 ülkeden kullanıcı bulduk

818: Yatırım almak yerine Kickstarter’da fon toplasak?

671: Üç bakanın New York’taki görüşmesi nasıl geçti?

605: Twitter’la yatırım bulma tekniği

465: Girişimci doğulur mu, olunur mu?

Tabii ki rakamların ötesinde en büyük faydası, bu deney sırasında blogumu ve dolayısıyla benim varlığımı fark eden yeni insanlar oldu.

Şu anda aklımda yarın ve sonraki gün için yazı konuları var, ama bu tempoda yazmaya devam edecek miyim, emin değilim. En azından artık haftasonlarımı boş bırakırım sanırım 🙂

Yurt dışına açılma kararı sizden, potansiyel müşteri listesi bizden.

Türkiye’deki HER startup, yurt dışını hedeflemeli. Sandığımız kadar büyük bir pazar değiliz, küçük şirketlerin dijital ürün-hizmetler için bütçesi yok, büyükler ise startup’lara birkaç bin dolar ödemek yerine, global devlerin deneme sürümlerine bile yüzbinlerce dolar ödemeyi tercih ediyor. Türk Lirası değer kaybetmeye devam ediyor, 2015 çok zor geçecek.

Kaybedecek bir şey yok, kazanacak çok şey var. Kendi deneyimimizi burada yazdım.

Web sitenizi, ürününüzün arayüzünü İngilizce yapın. (İngilizce’niz mükemmel değilse mutlaka bir Amerikalı’ya kontrol ettirin, kötü İngilizce büyük bir eksi)

Legalzoom.com‘dan bir S-Corp kurabilirsiniz, ama bu aşamada şart değil, çünkü satış yapmasanız da vergi yükümlülüğünüz doğacaktır, ve Sosyal Güvenlik Numarası’na ihtiyacınız var. Şimdilik Manhattan Virtual Office‘ten sanal New York adresi alın. Grasshopper.com‘dan 212’li bir New York VoIP numarası alıp, Skype’tan alacağınız bir sanal Amerikan numarasına yönlendirin. Mail imzanıza bu adresi ve telefon numarasını yazıp, New York’ta adresi olan bir Türk şirketi olarak pazarlamaya başlayın.

Nasıl müşteri bulacaksınız? Bu konuda size yardım etmeye hazırım. Yurt dışına satış yapma kararı alan her startup’ın lead verileri üyeliğimizden faydalanmasını istiyorum.

Yapmanız gereken şey şu:

1- Aşağıdaki kategorilerden, hedef kitlenizi seçin. (Birden fazla seçebilirsiniz):

2- Temasa geçeceğiniz kişinin title’ında geçmesini istediğiniz bir terim varsa onu bildirin (örneğin çağrı merkezi yöneticilerine ulaşmak istiyorsanız, bu call center olacaktır)

3- Hangi düzeydeki yöneticileri hedeflediğinizi seçin:

  • C-Level
  • VP-Level
  • Director-Level
  • Manager-Level
  • Staff

4- Departman seçin:

  • Sales
  • Marketing
  • Finance & Administration
  • Support
  • Engineering & Research
  • Operations

5- İsterseniz şunları da seçebilirsiniz, ama fazla ayrıntı şart değil bence:

kriterler
Bu bilgileri ekim.kaya at botego nokta com adresine gönderin

Bir stajyerimiz bu kriterleri girip, size aşağıdaki gibi bir liste gönderecek:

leadler

Bu bilgileri edinmek ABD yasalarına göre %100 yasal olmasaydı, bu SaaS şirketi dünyanın en büyüklerinden biri olamazdı. Tek üyelikle birden fazla şirketin bu bilgileri kullanması elbette biraz gri alana düşüyor, ama bunun sorumluluğunu üstleniyorum, yeter ki daha fazla startup yurt dışına hizmet satma kararı alsın.

Bu konuyla ilgili sorularınızı lütfen bana mail atmayın, buraya yorum olarak girin. Teker teker cevaplamam mümkün değil, ancak biriktirip, hepsini başka bir blog yazısında, ya da bu yazıyı güncelleyerek yanıtlayabilirim.

Yurt dışından birkaç müşteriniz olduktan sonra orada fiziksel olarak bulunmayı da değerlendirebilirsiniz, bu konudaki deneyimimi de başka bir yazıda paylaşacağım.

Yazının yayılmasına yardımcı olursanız sevinirim.

Dolar kazanıp TL harcamanız dileğiyle 🙂

Güncelleme: ‘Spam mi öneriyorsunuz’ diye bir soru geldi, iki link vereyim:

http://www.salesforce.com/data/overview/

http://ekimkaya.com/2015/02/25/maillerinize-yanit-alabilmek-icin-yapmaniz-gereken-8-sey/

Güncelleme 2:

Önceki günden beri gelen taleplerle (varolduğunu daha önce bilmediğimiz) aylık data export sınırımızı dün aştık. Sizinle hesap bilgilerimizi paylaşmadan bu verileri çıkarmanın bir yolu var mı diye araştırıyoruz. Excel’e export etmek yerine copy-paste denedik ama toplu halde copy-paste yapılamıyor, teker yapılması gerekiyor.
En kötü ihtimal, bu limitin kalkması için Nisan ayını beklemek olacak sanırım.

9 dolar > 180.000 dolar

Şu bahsettiğim AB Projesi’nin iş paketleriyle ilgili yapmam gereken şeyler var.

Diğer taraftan da yeni ürünün metriklerini takip ediyorum. Yeni ürünü deneyen bir kullanıcıdan bir soru geldi. Normalde soruları yanıtlama sorumluluğu, ekibimizden Yana’ya ait. Bıraksam, saat farkı nedeniyle Yana’nın soruyu yanıtlaması saatler alacak. Ben hemen yanıtlamak istedim ve bir dakikanın altında bir sürede cevap yazdım. Müşterimiz bu hıza şaşırdı, ben de onu memnun ettiğim için sevindim. Bu arada, bu müşteri yeni kayıt olduğu için, bir aylık ücretsiz deneme süresi var. Belki hiçbir zaman ücretli üye olmayacak. Olsa bile büyük ihtimalle KOBİ’lere yönelik olan pakedimizi satın alıp, ayda sadece 9 dolar ödeyecek. Ama şirketin gelecek vizyonunu bu yeni ürün üzerine kurduğumuz için, ona destek vermek, beni AB projesinden daha fazla heyecanlandırıyor.

Sıklıkla “girişimcilik para için mi yapılıyor?” sorusu sorulur. AB projesinin getirisi uzun vadede bu tek müşteriye göre onbinlerce kat fazla. Ama biz bu müşteriyi memnun edip, kendisi ödemese bile bir başkasına övmesini sağlarsak, hem emeğimizin karşılığını aldığımızı hissediyor, hem Amerikalı’ların “social proof” dediği bir varlık ediniyor, hem de işin ölçeklenip para getirmesi yolunda milimetrik de olsa adım atmış oluyoruz.

Eski bir yazımda bu konuya değinmiş ve “bir temizlik görevlisi olsaydım, bir saatte topladığım çöp sayısının maksimum olmasını isterdim” demiştim. İşte “para için mi?” sorusunun cevabı, “bir ekip desteğiyle, dünyada bir alanda mümkün olan en büyük etki alanını yaratmak için” diye cevaplamak daha uygun olacak.

Yatırım almada kız tavlama analojisi

kemal-sunal
Kadınlar odalarına giren erkeklere hayran kalırlar, hiç cesaretinizi kaybetmeyin, bağırırım derlerse kulak asmayın, silah çekerlerse gülün geçin, ateş edemezler, sonunda zafer sizindir, hadi bakalım taaruza geçmek için ne bekliyorsunuz…

Yine yatırım alma konusu… Girişimcilerimiz bunu bu kadar büyük bir öncelik olarak değerlendirdikleri sürece yazmaya devam edeceğim. (Daha önce fikir halindeki ya da henüz fatura kesmemiş bir projenin yatırım alma ihtimalini, istatistiklere dayanarak yazmıştım)

Erkek girişimcilerin ekosistemdeki ağırlığı ve doğada kovalayan tarafın genelde erkek olması nedeniyle bu analojiyi kullanmayı uygun buldum:

Sosyal bir ortamda bir kızı beğendiniz, “şansınızı denemek” istiyorsunuz. (Bu aşamada daha fazlasından bahsetmek anlamsız olur, gerçekten bir deneme sözkonusu, uyuşup uyuşmadığınızı bilmek için önce tanışmaya ihtiyacınız var.)

Yatırım dünyasında neye karşılık düştüğünü not ederek değerlendirelim:

Yapılacak en akıllıca şey, ona gidip “seni çok beğendim, kız arkadaşım olmanı istiyorum” (paran var, bana yatırım yap) demek değildir, değil mi? Birincisi, onu güzel bulmanız, sizinle ilgilenmesini sağlamak konusunda en etkisiz parametre. Kim bilir her gün kaç kişi aynı sözlerle ona yaklaşıyor (şirket tanıtım dosyası gönderiyor) diye düşünmekte fayda var.

Demek ki yaklaşma konusunda yaratıcı olmakta ve diğerlerine fark atmakta fayda var. Mümkünse güvenilir ortak bir tanıdık aracılığıyla tanıştırılırsanız, bu girişiminiz hem daha doğal görünür, hem de referansın sağladığı güven ilişkisinden faydalanırsınız. Tanıdığı birinin sizin övmesini sağlayabiliyorsanız, bu sizin kendinizi övmenizden çok daha değerli olacaktır.

İlk izlenim için tek bir şansınız var. İyi kullanmak için önceden biraz çalışmış olmak gerekli. Nerelere gider, hangi müziği, filmi sever, favori yemekleri nedir (hangi aşamadaki şirketlere yatırım yapar, özellikle odaklandığı bir alan var mıdır, KPI kriterleri nedir) bilirseniz, hangi özelliklerinizi öne çıkaracağınızı bulmanız kolaylaşır. Çağımızda bunu yapmak neyse ki çok kolay, hemen ismini öğrenip, beş dakikalık bir Twitter, Instagram, blog (web sitesi, ortakların Linkedin profilleri, portföy firmalarının siteleri) araştırması ile çok şey öğrenebilir ve stratejinizi planlayabilirsiniz.

İdeal durum, karşınızdakine niteliklerinizle olabildiğince yüksek bir değer sergileyip (ekip, büyüme, karlılık ile), önce onun sizinle ilgilenmesini sağlamak, sonra bu ilginin sinyallerini alınca adım atmaktır. Onun sizi istemesini sağlamak, pek çok kişinin karşılaştığı bariyeri aşmak anlamına gelecektir.

Güzel kızların (smart money denen, size para dışında da katkıları olacak sermayenin) haklı uzun vadeli beklentileri olacaktır. Evlilik odaklı (somut bir exit planı olan) biri olduğunuzu gösterebilirseniz, günübirlik ilişkiler (tünelin ucunu göremeyen girişimler) arasında öne çıkarsınız ve sonra geriye vaadinizi gerçekleştirmek için atmanız gereken adımları atmak kalır. Bu, iki taraf için de faydalı olacak bir ilişkidir.

Diyelim ki mutlu sona ulaştınız ve sevgili oldunuz (yatırım aldınız). Her ilişkide olduğu gibi, açıklık, iletişim ve dürüstlük, süreklilik getirecektir.

Son olarak, hedefleriniz çok yüksekse, belki de gerçekten henüz bunun için hazır olmadığınızı kabullenmek, sürekli hayal kırıklığı yaşamamak için önemli. Önce kendinizi geliştirir, bu girişimlere sonra başlarsanız, şansınız daha fazla olacaktır.

Bir AB projesi deneyimi

3 yıl süren ilk AB projemizi tamamladık. İkincisinin onay süreci tamamlanmak üzere, üçüncü de iş paketlerinin yazılması aşamasına geldi, yavaş yavaş pişiyor.

Dolar’ın üç ayda %20 değer kazandığı bir dönemde 3, 4 yıllık planlar yapmak garip bir ruh haline sürüklüyor insanı.

İlk AB projemizin Brüksel’deki ilk toplantısını hatırlıyorum. İlk kez proje yapanlara yönelik sunumunda AB Komisyon yetkilisi, fonun kullanımı hakkında çok ilginç bir benzetme yapmıştı:

Fon kaynaklarına, “Bir babanın çocuğuna gösterdiğine benzer” bir özen göstermelisiniz

demişti. Daha önce fondan projelere ayrılan kaynakların defalarca batırılması nedeniyle, artık bir garanti fonu da oluşturuluyor ve her proje bedelinin %5’i bu havuza aktarılıyor. Batık projeler olduğunda açık, bu havuzdan karşılanıyor. Nitekim bizim projemizde de ortaklardan biri projenin ikinci yılında esrarengiz biçimde ortadan kayboldu ve bir bütçe açığına yol açtı. Uzun bürokratik uğraşlar sonucu açığın kapanmasını sağladık.

Biz ilk günden beri proje için yaptığımız her harcamaya dair faturaları, uçuş biniş kartlarını saklıyoruz ve 5 yıl boyunca saklamaya devam edeceğiz. Rastgele yapılan denetimlerden biri denk gelirse, beyan ettiğimiz tüm harcamaları yaptığımızı ispatlamak için.

Proje sırasında şaşırdığım bir konu, adını vermeyeyim, epey zor durumdaki bir AB üyesi ülkeden bir ortağımızın tek bir müşterisinin olmaması, tüm gelirini paralel yürüttüğü çeşitli AB projelerinden elde etmesi idi. Ve bu oldukça yaygın bir durummuş. Ülkenin neden bu duruma geldiğini anlamak zor değil.

Eğitim dokümanlarının hazırlanması, farklı ülkelerdeki paydaşlara verilen seminerler, ürünün ticarileştirilmesi için yapılan çalışmalar, bitmek tükenmek bilmeyen, çok katılımcılı, çok fireli haftalık olağan Skype görüşmeleri, farklı kültürlerin iş yapma biçimlerini tanıma, kutlama gecelerinde onların yeme-içme alışkanlıklarını görme (ve tabii ki İstanbul’daki toplantıda bizim kültürümüzü tanıtma), gerçekten benzersiz ve çok öğretici bir deneyim oldu.

Uzun vadeli projelere varım diyorsanız, en yeni proje çağrısı (7. Çerçeve Programı) Horizon 2020’yi takip etmek için tıklayın: http://www.fp7.org.tr/

Ben ne yazıyorum, siz ne anlıyorsunuz…

O kadar farklı ortamlarda, farklı ebeveyn ve çevrelerin etkisinde yetişen o kadar çok sayıda farklı zihin var ki… Birbirimizi asgari düzeyde anlamamız bile mucize gibi geliyor bazen.

Bu durum, en çok lisedeki edebiyat derslerinde gözler önüne serilirdi. Aynı metni okuyan öğrenciler, ne anladıkları sorulduğunda çok farklı yorumlar çıkarırdı.

Birine söylediğiniz sözün nasıl anlaşıldığı, karşınızdakine o kadar bağlı ki… Kendi deneyimleri, başkaları hakkında düşündükleri, değer yargıları, o sözü nasıl anlamlandıracağını hemen belirliyor.

Diyelim ki blogunuzda şöyle bir cümle yazdınız:

“Geniş olanaklara sahip insanlar, daha şanssız olanlara karşı sorumludur.”

Bu cümleyi okuyan dört farklı karakterin ne anladığına bakalım:

Kendine edilgen bir rol biçmiş birisi, sizi ne yaptığını bilen ve topluma faydası dokunan biri olarak görebilir.

“Her koyun kendi bacağından asılır” zihniyetindeki bir başkası, yaklaşımınızı “asalaklığı özendirmek” olarak değerlendirip, sizi küçümseyebilir.

Apolitik bir insan, sorumlu olmakla kast ettiğinizin ne olduğunu bile anlamayıp, bu cümleden bir yargıya ulaşamayabilir.

Sizinle aynı düşüncedeki biri, bunu “malumun ilanı” diye değerlendirip, yazınızda daha anlamlı ifadeler aramaya devam eder.

Dört değil, dört yüz kişinin bile farklı sonuçlara varması muhtemel. Bunları bilme olanağınız olsa şaşırırsınız, hatta belki yazdıklarınızın umduğunuzdan farklı yankılar bulduğunu görüp, yazmaktan vazgeçebilirsiniz bile.

Blog yazılarımdan hangilerinin kimler tarafından paylaşıldığını görüyorum. Pek çok kişi, farklı yazılarda kendileriyle bağdaştırdığı bir şey buluyor. Blogda 200’den fazla yazı var. Bu yazıların hepsinin ortak noktasında olan tek bir kişi var, o da sadece benim. Hepsi benim zihnimi yansıtıyor, bazen de bir yazı sizinkine dokunuyor.

Pek çok kişi, pek çok yazı için bir şey hissetmiyor. İnsanları, yazıyı paylaşacak, ya da yorum yapacak kadar hareketlendirmem için çok yüksek bir eşik enerji düzeyi var. Her yazıda sadece birkaç kişinin eşiğini aşıyorum. (Ama zaten aşmak için bir şey yapmıyorum ve yapsam da işe yaramazdı 🙂